Türk edebiyatının önemli yazarlarından İskender Pala, hem duruşu hem de kalemini sevdiğim yazarlardan birisi olmuştur. Tarihe sevecen yaklaşımının kendi tarihe yaklaşımımın ile benzeşik olduğunu söyleyebilirim. (günümüz) Bu bayramda memlekete gitmeden, İstanbul’da evde takılmacalar halindeydim. Sanırım Habertürk kanalıydı, akşam vakitlerinde ekranda İskender Pala’yı görünce seyre başladım. Nitekim medya ile neredeyse en fazla haşır neşir olan yazarlardan da birisiydi. Bu şekilde olması işin aslı “gerçek yazarlığın” özüne biraz aykırı geliyor. Kendisini çok sevmeme rağmen yüzünün eskimesi ve bir medya karakteri olması beni üzüyor.
Yazar Olmak İsteyenlere Ne Tavsiye Edersiniz?
Söyleşide konu bir şekilde “Yazar olmak isteyenler için ne tavsiye edersiniz?” sorusuna geldi. İlgili soruyu duyunca kumandadan sesi 2-3 birim yükselttim. O saniyelerde İskender Pala’ya yakışır ilham verici, hırslandırıcı ve işin asıl püf noktasını anlatacak bir cevap bekledim, merakla. Fakat; gelen cevap oldukça klasik bir cevaptı. İskender Pala, “Çok kitap okunması gerekir.” gibi bir cevap verdi.
İşin aslı yazar olmak demek yazar olmayı öğretebiliyor olmak anlamına gelmiyor. Tam olarak olay da aslında burada başlıyor. Öğretmek ve olmak arasında ki fark. İskender Pala burada işin aslı yanlış cevap vermedi ama doğru cevabı da vermedi. Doğru cevap ise şu şekildedir;
Bir web sayfasını ziyaret ederek, web tasarımcı; araba kullanarakta, araba yapmayı öğrenemezsiniz. İşin içine elinizi atmalı ve yazmaya kötü de olsa başlamalısınız. Unutmayın, ilk yazılarınız inanılmaz kötü olacaktır. Öyle ki kendiniz bile okumak istemeyebilirsiniz. İlk yazınızı yazarken şunu keşfedersiniz “nelere ihtiyacınız olduğunu, neleri öğrenmeniz gerektiğini” tam olarak bu süreçten sonra bazı dünya klasiklerini okumanızı tavsiye ederim. Burada kitap okurken konuşmalar nasıl oluyor, betimlemeler nasıl gibi konuları incelediğinizi fark edeceksiniz. Çünkü; ilk yazınızda bu konular da ufak sorunlar yaşamıştınız. 2. bir denemede daha güzel sonuç geldiğini göreceksiniz. Tam olarak tarz belirleme aşaması da bu noktada devreye girer. Konu örüntüsü; giriş, gelişme, sonuç bölümleri burada daha bir şekle girmiş olmalıdır. Bu kısımda eskiden okuduğunuz ve sizi çok etkileyen bir kitabı tekrar okumanızı tavsiye ederim. 3. denemenizde ise oldukça başarılı bir sonuçla karşı karşıyasınız.
İskender Pala aynı konuşmasında çocukların kitap okuması için ebeveyinlere tavsiyeleri sorulmuştu. Tam olarak burada verdiği cevap “eğitim bilimleri, eğitim psikolojisi, model alarak öğrenme” yaklaşımında ki kitapta verilen cevap olmuş. Onca yıldır bu soruyla karşı karşıya geldiğini düşünüyorum. Bunca zamandır bu soruya daha orjinal bir cevap bulamadığı için de şaşırdım. Nitekim cevap tamamen doğru fakat; cevabı veren ise İskender Pala, bu sebeple insan farklı bir şeyler istiyor. Aynı soru bana sorulsaydı; “Okuduğunuz bir kitabı çocuğunuza alın ve kitabı tartışın, ana karakterle ilgili yanlış ve doğruları üzerine konuşun. Bu süreçte kitabın ne kadar güzel olduğunu ve kendinizi ne kadar çok şaşırttığını söyleyin. Çocuğunuza en çok sevdiğiniz tarz kitapları söyleyin, onun sevdiği tarzları sorun. Ona örnek olmak karşısında kitap okumak doğrudur, fakat; yeterli değildir.” diye cevap verirdim.
Ah mine-l aşk mı? El mine-l aşk mı? Kitapları arasın da seçim yapması oldukça zor. Nitekim bu kadar zamanda bunca eseri yayınlamak ise büyük bir başarı. Kültürümüze sahip çıkan, kültürümüze kültür katacak bir üretim olması da oldukça önemli. Yazarları ben iki kısma ayırıyorum kültüre savaş ilan eden, kültüre kültür katan yazarlar. Eski Türk sinemalarına baktığımızda kültür parçalarımızın nasıl lime lime edildiğini ve nedenli kara bir harp içerisinde olduğunu daha net anlarız. Nitekim güzel olan bir şeyin içerisinde çirkin, çirkin olan bir şeyin içerisinde ise güzellik vardır. Bu denklemde oldukça güzel bir kültürel varlığın dezavantajı temelli bir film yapılabilir. Burada mesele de tam olarak budur.